19 Ağustos 2007 Pazar

Munzur Baba Efsanesi




Munzur Baba Efsanesi Üzerine







Önsöz







İngiliz Yüzbaşı L. Molyneux Seel, 1911 yılının Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında Dersim’de yaklaşık iki ay kadar süren kapsamlı bir seyahatte bulunur. Dersim ile ilgili olarak oldukça ayrıntılı bilgiler edinir ve bunları 1914 yılında Londra’da “A Journey In Dersim” adı altında, “The Geopraphical Journal” de yayınlar. “Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında DERSİM” adlı bir kitap bastıran Dr. Suat Akgül, kitabının bir bölümüne de bu makaleyi çevirerek yerleştirmiştir. Çeviride Dr. Nevzat ADİL’in “büyük yardımını” gördüğünü belirtmektedir. Cümleler, genelde bozuk kurulmuş olup akıcı değildir. Ama yine de çeviricisini bağlar anlayışıyla her hangi bir düzeltmede bulunmadan, kitabın 98-99. sayfaları arasında bulunan Türkçe versiyonu buraya aynen aktarıyorum. Ayrıca efsanenin bu çevirisinin, S. Cengiz’in “Kırmanclar, Kızılbaşlar ve Zazalar” adlı derlemesindeki çeviri ile esasta çakıştığı da söylenebilir.



L. Molyneux Seel, bu makaleyi kim ya da kimlerden dinlemiştir? Ne yazık ki, L. Molyneux Seel, kaynak vermemektedir. Ama O’nun dinlediği ve kaydettiği bu versiyonu, kendi diline ve yazım tekniğine uyarlayarak yeniden biçimlendirdiği söylenebilir. 1911 yılında kaydedilen ve 1914 yılında yayınlanan bu versiyonun, “ilk yazılı versiyon” olduğu söylenebilir kanısındayım. Efsanenin, sözlü olarak anlatımının çok daha eskilere dayandığını biliyoruz ama yazılı biçimleri mevcut değildi. Bu bakımdan Munzur Efsanesi’nin, L. Molyneux Seel tarafından yazılmış bu versiyonunun tarihsel bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz.



Munzur Baba Efsanesi’nin farklı anlatım şekillerinin veya versiyonlarının olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları (son yıllarda) kayıtlara geçirilmiştir.


Bir çoğu birbirinden kopye edilmesine rağmen, birbirini tutmuyorlar, değiştirilmişlerdir. Bir çoğunun da kaynakları, kaynak kişileri belli değildir veya belirtilmemiştir. Bu durum bir “bilgi kirliliği”ne ve bu kirliliğe dayanan gereksiz ve anlamsız tartışmalara da neden olmuştur. Umarım, bu yazı ile beraber yayınlanan versiyon bu tip tartışmalara da katkı sunar.


Efsaneyi dikkatle okuduğumuzda şunları görüyoruz:


Muzur, her hangi bir çoban değil Topuzanlı aşiretinin ağası Şeyh Hasan’ın oğludur. Babasının kendisini “izlediğini” görünce kızar gider, Ali Haydar Ağa’nın yanına ve Büyükköy’de çobanlık yapar. Ali Haydar Ağa Kerbela’da iken, kendisine hevla götürür ve geri döner. Bu durum ancak Ali haydar Ağa döndükten sonra anlaşılır. Bu “keramet”in ortaya çıkması üzerine Muzur, kalabalıktan kaçar ve “sır” olur.


Munzur Efsanesinin bu varyantı ile Düzgün (Duzgın) Baba efsanesi arasında bir benzerlik, bir paralellik olduğu hemen göze çarpmaktadır. Duzgın Bava (Düzgün Baba) efsanesinde Duzgın, babasının kendisini izlemesi neticesinde farkına vardığı “keramet”i yüzünden “sır” olurken, Munzur efsanesinde Muzur, babasının değil, ağasının “kerameti”ni ifşa etmesi üzerine “sır” olur.


Munzur baba efsanesinde geçen Topuzan (Topuze) ve Büyükköy (Dewa Pile), Munzur Gözelerine yakın iki köydür, yani gerçekte varlar. Aynı şekilde Şeyh Hasan ve oğlu Muzur ile Ali Haydar Ağa, efsanevi şahsiyetler olabilir ama efsanede yerelleştirilmiş ve bu yanı ile gerçek kişiler olarak sunulmuştur. Oysa Düzgün Baba efsanesinde, Düzgün de, babası veya amcası olarak sunulan Kureyş (Khures) de gerçek kişiliklerden ziyade efsanevi ya da hayalidirler.


Kerbela Ziyareti ve hac olayı:


Efsane dikkatle okunduğunda , görülecektir ki, L. Molyneux Seel’in yazımında “hac” olarak kast edilen yer, Kabe değil, Kerbela’dır). “Ertesi yıl Ali Haydar Muzur’daki evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela’ya gitti.” (2.Bölüm). “Ali Haydar Ağa Hac’dan döndükten sonra .........” (4.Bölüm). Bazıları, efsanede geçen “hac” teriminden kalkarak, Dersimlileri “hacı” yaptılar ve bunu da “Kabe Hacılığı” yani “Müslüman hacı”lık ile sınırladılar. Oysa Arapça bir kelime olan “hac”, kutsal kabul edilen yerlerin, o dinden olanlarca yılın belli aylarında “ziyaret edilmesi” anlamına gelir. Bu Müslümanlarca Mekke şehrindeki Kabe iken, Aleviler ve Şiiler için ise Kerbela’daki İmam Hüseyin türbesinin tavaf edilmesi, Hıristiyanlar için, Hıristiyan “kutsal” yerlerinin ziyaret edilmesidir. Bir Dersimli için Kerbela’nın ziyaret edilmesi, büyük bir onur ve gurur meselesidir.


Yazar L. Molyneux Seel, efsanenin sonuna eklediği bir paragrafta, bir kaç asır sonra İran Şahlarından birinin ziyaret amacıyla kutsal pınarlara geldiğini, Muzur Baba ile beraber kaybolan kabı bulmak için kazılar yaptığını, sonunda kabı bularak beraber götürdüğünü belirttikten sonra, “bu kap Tahran müzesinde bulunmaktadır” diye eklemektedir. Bunun doğruluğu ispata muhtaçtır. Çünkü yazar bu konuda hiç bir ip ucu vermemektedir. Bu da ayrı bir efsanenin konusu olabilir.

------------------------------------------------------------0---------------------------------------------------------





MUNZUR BABA EFSANESİ *




L. Molyneux Seel







1. Bölüm




Topuzanlı¹ aşiretinin Şeyh Hasan isminde itibarlı bir ağası vardı. Bunun da Muzur² adında bir oğlu vardı. Muzur babasının koyunlarına bakıyordu. Kışın, dağlar karla kaplı olduğu zaman bile Muzur, babasının yasaklamasına rağmen sürüyü dağa götürürdü. Koyunlar devamlı karınları iyice doymuş olarak geri dönerlerdi. Muzur’un babası bir gün merakını gidermek için oğlunu takip etti. Gördüğü manzara şöyleydi: Muzur dağa çıktığında karla kaplı ağaçlara sopasıyla vurmakta, düşen yaprakları da koyunlar yemekteydi. Muzur babasının kendisini izlediğinin farkına vardı ve kızgınlıkla koyunları da bırakıp ortadan kayboldu.




2. Bölüm




Muzur babasından ayrıldığında Ali Haydar Ağa ile birlikte Büyük Köyde³ çoban olmaya gitti. Ertesi yıl Ali Haydar Muzur’daki evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela’ya gitti. Oradayken bir gün canı, hanımının onun için evde yaptığı helvalardan istedi. Beş dakika sonra Muzur büyük bir tabak helva ile efendisinin önünde ortaya çıkıverdi.




3. Bölüm




Aşağıda sözü edilenler Büyük Köy’de olanlardır. Muzur bir gün ortası sürüyü sağmak amacıyla köye döndü. Muzur evin hanımına yaklaştığında şöyle dedi:



“Hanımefendi, benim efendim helva yemeyi çok istiyor.”



Evin hanımı, “İyi güzel de senin efendin şimdi buradan çok uzaklarda” dedi.

Muzur, “Önemli değil, sen helvayı yap, onu ben efendime götürürüm.”



Evin hanımı kendi kendine, “Anlaşılan bizim çoban helve yemek istiyor. Mühim değil, o bizim sürüye iyi bakıyor. Ben de ona helva yapayım.”



Sonra helvayı hazırladı, bir tabağa koyarak Muzur’a verdi ve gülerek,


“Onu efendine götür” dedi.

Muzur, helvayı aldıve birden kayboldu. Kısa bir süre sonra da tabaksız geri döndü.


Evin hanımı, “Muzur, tabak nerede?” dedi. Muzur cevap verdi:


“Efendim döndüğünde tabağı getirecek.”





4. Bölüm




Doğu geleneğinin bir unsuru olarak, Ali Haydar Ağa Hac’dan döndükten sonra Büyük Köy’ün sakinleri Ali Haydar ağa ile görüşmek ve kutsal yerlere değmiş ellerini öpmek için onu karşılamaya gittiler. Fakat Ali Haydar, kalabalık kendisine yaklaştığında elini öpmelerine müsaade etmeyerek şöyle dedi:




“Gerçek Hacı çobanım Muzur’dur. Gidin, onun elini öpün.”


Kalabalık bunun üzerine Muzur’u aramak için köye geri döndü. O sırada Muzur elinde efendisi için bir kap taze süt ile köyden çıkıyordu. Muzur, kalabalığın kendi üzerine doğru geldiğini görünce şaşırdı. Geri dönerek dağlara doğru kaçtı. Elini öpmek isteyen kalabalık onun peşinden gitti. Koşarken elinde tuttuğu kaptaki süt döküldü ve her bir damla sütün düştüğü yerdeki taşlardan sular fışkırdı. Muzur yorgunluktan olduğu yere oturdu ve daha sonra da kayboldu.


Bir kaç asır sonra Pers Şahlarından biri bu kutsal pınarlara ziyarey amacıyla geldi. Munzur Baba kaybolduğunda onunla birlikte bulunan kabı bulmak için bazı kazılar yaptı. Şah bu kazıda başarılı oldu. Bu süt kabını alarak beraberinde götürdü. Bu kap Tahran müzesinde bulunmaktadır.

.................................................. ....0............................................. ...........................




L. Molyneux Seel, A Journey In Dersim, The Geopraphical Journal C.XLIV Londara, 1914


Kaynak: Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında DERSİM, Dr. Suat Akgül, Yaba, 2.Bsk.



* Efsane’nin başlığı tarafımdan konulmuştur. Türkçe çeviri Dr. Suat Akgül’e aittir.



¹.Topuzanlı aşireti: “Topuzan”ların aşiret olduğu iddiası tartışmalıdır ama Zazacası “Topuzu” olan “Topuzan” adlı bir “kabile” vardır. Zazaca’da, aşiretin bir kolu anlamında kabileye “pêre” denir. Topuzanlar (Topuzu), Zazacası “Topuze” olan Topuzlu köyünde yaşamaktadırlar. Bu köy, Ovacık’a bağlı, eski adı Zeranik ve Zazacası Zeranige olan Yeşilyazı nahiyesi bölgesindedir. Geleneğe göre, Topuzanlar’ın, Pezgevranların (Phezgewru) bir kolu veya kabilesi (pêre) olduğu kabul ediliyor. Pezgevran (Phezgewru) bir aşiret midir yoksa Kevan (Khewu) aşiretinin bir kolu veya kabilesi midir? Her iki ihtimal de mümkündür ama geleneğe göre Pezgevranlar (Phezgewru) Kevan (Khewu) aşiretnin bir kolu (pêre) yani kabilesidir. Bu durumda Topuzanlar (Topuzu), Kevan (Khewu) aşiretinin, Pezgevran (Phezgewru) kabilesinin (pêre) bir alt koludurlar. Ama her halükarda 1900’lü yıllarda bile “bağımsız” olarak var olduğu anlaşılmaktadır.



².Muzur: L. Molyneux Seel, yazım şekli olarak “Muzur” biçimini kullanmıştır. Bu yazım biçimi, otantik (yöresel) ve orijinal (Zazaca) telaffuza uygun düşmektedir. “Muzır” şeklinde telaffuz edenler veya yazanlar varsa da, ben “Muzur” biçimini tercih ediyor ve Zazaca (Kırmanciki) konuşup yazanlara bu biçimi kullanmalarını tavsiye ediyorum.



³. Büyük Köy: Kitapta geçen bu yazım şekline nazaran, Türkçe yazım kurallarına göre bunun bileşik olarak “Büyükköy” şeklinde yazılması gerekiyor. Büyükköy’ün orijinal, yöresel Zazaca adı “Dewa Pile”dir. Büyükköy (Dewa Pile) Dersim’in (Dêsım) Ovacık (Pulur) ilçesine bağlı, Bilgeç (Bilgês) dağı eteklerinde bir orman köyüdür.

Hiç yorum yok: