19 Ağustos 2007 Pazar

Bir Emanetin Öyküsü


Asıl adı Kekil olan Kahraman Aytaç 1938 trajedisinden kurtulmuş emanet bir çocuktu. Yaşamı boyunca Dersim ve Kızılbaşlığı kıskançlıkla sahiplendi ve savundu. Şimdi dünyaya gözlerini açtığı köyün mezarlığında serin bir köşede yatıyor. Emanet yerini buldu

Bir Emanetin Öyküsü

Asıl adı Kekil olan Kahraman Aytaç 1938 trajedisinden kurtulmuş emanet bir çocuktu. Yaşamı boyunca Dersim ve Kızılbaşlığı kıskançlıkla sahiplendi ve savundu. Şimdi dünyaya gözlerini açtığı köyün mezarlığında serin bir köşede yatıyor. Emanet yerini buldu.



BİA (Tunceli) - Yıl 1937'nin yaz aylarıdır. Dersim merkeze bakmaya tek yetkili olan Kaymakam Koçoğlu astığı astık kestiği kestik bir zalim adamdır.

Koçoğlu, birgün iki Kureyşanlı bekçi görevlendirir; Barge'den Silê Dil ailesinden Hüseyin ve Davut'u alıp geleceklerdir. Bekçiler Barge'ye akşam üzeri varırlar. Silê Dil ailesinin yaşlısı Xane nine onları karşılar. Kendilerine Şirê Soj pişirir; en iyi şekilde ağırlar. Xane, bekçilere "biz akrabayız, siz gider Kaymakama 'biz gittik ama görmedik' dersiniz" der. Yaşlı Xane, Dersim'de yaşamanın acı tecrübelerinden "gidenin gelmediğini" öğrenmiştir.

Bekçiler gider gitmez tüm köylüler toplanır ve köyleri Barge'nin yukarısındaki ormana kaçarlar. Ormanın üstlerinde bir yere yerleşip uzaktan köylerini gözlemeye başlarlar. Tunceli merkezden bir-iki saat içinde süvariler gelip evleri sararlar. Peşlerinden ise o dönem askerlere lojistik destek taşıyan ve harekat sonrası ganimet toplayan ve genellikle Palu ve Diyarbakırlı "makaracılar" vardır. Bunlar evlerin içinden alabildiklerini alır ve evleri ateşe verirler. Köydeki hayvanlar da ganimetler arasındadır.

Orman içindekiler yaşlı gözlerle, yanan evleri, gökyüzünü saran siyah dumanları seyrederler. Köylülerimiz ormandan çıkamazlar. Pirgiç tarafına geçerler. Her taraf asker doludur. Munzur suyu cesetler taşımaktadır; uzaktan bakınca köylüler insanları odun sanırlar. Bu manzara umutlarını tüketir; ölüme yakındırlar.

Silê Dil ailesinden Ali Doğan, Davut'a "sen yol çıkarırsın bizim çocukları da al yanına, sen onları kurtarırsın" der. Zazaca olarak "bavokê tuyo, mara az bımano" (sana emanettir, neslimiz bitmesin) diyerek oğlu İsmail'i ona emanet eder. Yanlarına sadece sazlarını alarak dağlarda saklanmaya başlarlar. Aliyê Silê Dil, Memliyê Uşenê Dil, Hesenê Dil ve eşleri Ejma Xanıme, Jüle Xanıme, Perixane ve Xıme de olmak üzere bir grup ayrılır. Davut, İsmail, 4 çocuk ve henüz kundakta olan Kekil bebek de ayrı bir grup olarak ayrılırlar.

Bu arada Silê Dil ailesinin Barge'nin doğusunda Gomê Heseni bölgesinde yaşayan Çê Sey Uşênê Nazıke adını taşıyan fertleri ihbar edilmiştir. Evlerinde ünlü silahşör Silê Sur'un üç-dört yaşlarındaki oğlunu barındırdıkları gerekçesiyle gözaltına alınmışlardır. Silê Sur haber göndermiştir; "bavokê sımao, mara az bımano" (sizin emanetinizdir, neslimiz kurumasın) demiş ve oğlunu saklamalarını istemiştir. Bu tek çocuk ölümlerine fermandır; toplam yirmi dört kişi bağlanarak Dinar ile Munzur suyunun birleştiği yere getirirler; eski bir değirmenin önünde (Areyê Ali Begu) kurşuna dizilirler. Emanet Demenanlı çocuk da aralarındadır.

Aradan geçen birkaç aydan sonra asker aniden çekilir. Hükümet af ilan etmiştir. Tekrar bekçiler gelirler. Affa güvenen Davut, Kaymakam Koçoğlu'nun yanına gelir. Haber doğrudur; "vur emri" kaldırılmıştır. Dağlarda saklanan kafile de birkaç gün sonra gelir ve hepsi serbest bırakılırlar.

Dağlardaki kaç-kovala sona erdiğinde kurtulanlar arasında kundaktaki Kekil bebek de vardır. "Ormanın emaneti" (bavokê bırr) olan Kekil, birkaç yıl sonra ayağında çarık, üzerinde yırtık beyaz don ile okula gitmeye başlar. Zazaca'dan Türkçe'ye geçiş bu zeki çocuk için çok kolaydır. Asıl adı Kekil olan bu çocuk okumayı beceremeyen abisinden ismini devralır; artık adı Kahraman Aytaç olmuştur.

Tunceli'de ortaokul-lise olmadığından Elazığ'da okur. Ankara Hukuk Fakültesi'ne girer. Yazları Dersim'e gelir-gider; tarlada çalışmayı çok sevmektedir. O günün sol hareketine girer ve çalışır. Öğrenci olaylarından birkaç kere kısa süreli gözaltı yaşar.

Öğrenciyken "Kemerê Bel" köyünden akrabası ile evlenir. O dönem "okumuşlar" içinde Dersim dışından biriyle evlenmek ve batıya yerleşmek kuraldır. Ancak onun Dersim, Alevilik-Kızılbaşlık ve Kırmanci'ye sevgisi öylesine büyüktür ki memleketi terk edemez. Hatta Koçgirili Alişer-Zarife'ye olan sevgisi onu büyük erkek çocuğuna Alişer ismini koymaya götürür.

Tunceli'de avukatlığa başlar. Tunceli'nin ilk avukatlarındandır. Aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) kurucu üyesi olur. TİP çalışmalarında aktif olarak yer alır. Yaşamının sonraki yıllarında Hacıbektaş Veli Derneği kuruculuğu da olacaktır. Avukatlık hayatını Tunceli, Çemişgezek ve son olarak Ankara'da sürdürür. Tunceli'den ayrılırken bürosunu içindeki malzemelerle birlikte henüz çiçeği burnunda bir avukat olan Kemal Burkay'a bırakır.

'38 felaketinden şans eseri kurtulan"ormanın emaneti çocuk" , acı ve zulümlerle dolu hayatı sona erdiğinde 2007'nin bir kış gününde köyü Barge'de belki de 1938'de kendisini saklayan yaşlı bir meşe ağacının altına gömülecektir.

Hayatının son yıllarında içini ağır ağır kemiren kanser hastalığına inat Dersim'le ilgili bildiklerini ve gördüklerini yazmaya başlar. Aleviliği, '38 katliamını, Elazığ Mahkemesi'nde Seyit Rıza ile asılan Uşenê Seyit'i anlatmak istediği çok kapsamlı bir kitap düşünür ama hastalığı buna izin vermez. "Halk Anlatımlarına Göre Dersim" adlı kitabını (Kalan Yayınları, Ocak 2002) bitirdiğinde 1996'nın yazıdır ve yatakta ağır hastadır.

Kitabında Dersim'deki secereleri, aşiretleri, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşında Dersim'i, Kureyşanlı Uşenê Seyit'i, Seyit Rıza'yı, Koçanlı aşiretinin lideri Qopo Hüseyin'i yazar. Resmi ideolojinin "Dersim vergi vermiyor" yalanına karşı şunları söyler: "Resmi iddialara ters olarak gerek Baba Mansur Seceresi gerekse Bahtiyar aşiretine ait berat vesikasında 1600 yıllarında bile Dersim'in vergi verdiği ve askere gittiği yazılıdır".

Yazarımız Atatürk'ün Tercan'da kurtulmasında Dersim ileri gelenlerinin rolünü de anlatır: "Padişah Mustafa Kemal'i hain ilan etmiş. Kemaliye üzerinden Sivas'a geçmek isteyen Mustafa Kemal'i 200 adamıyla karşılayan Diyap Ağa 'sizi Sivas'a kadar salimen götürmeye geldik' der. Diyap Ağa daha sonra Meclis'te Dersim mebusu olacaktır".

Kitap, '38 Dersim Harekatında resmi ölü sayısı -on altı bin kişi- katliam gören yerler ve aileler ve aşiretlerin sürgünü ile ilgili önemli bölümlerle sona erer.

Kahraman Aytaç, -her yazar gibi- kitabını bazı dostlarına imzalar ve hediye eder. Bunlardan biri Dersim'deki genç bir meslektaşıdır. Ancak kitabı, hastalık illetinden bir türlü ulaştıramaz ona. Yaşamını kaybettiğinde bedenini köyüne getiren arabanın içinde bu hediye kitap da vardır. Genç meslektaşı kitabını köydeki meşe ağacının altında hüzünle alır ellerine. O imzalanmış ama ulaştırılamamış kitabın sahibi işte bu satırların yazarıdır.

Dersim'de değerleri bilinen emanetler vardır. '38'de insanlar çocuklarını tıpkı hikayemizdeki Demenanlı Silê Sur gibi komşularına verir ve "Bavokê Heq kerdo, dey ra dıma ki bavokê to kerdo" (Önce Allaha sonra sana emanet etmişim) derlermiş. Böyle söylendikten sonra emanet edilen bir avuç altın veya herhangi bir eşya değil masum çocuklardır.

Kahraman Aytaç '38 trajedisinden kurtulmuş emanet bir çocuktu. Yaşamı boyunca Dersim ve Kızılbaşlığı kıskançlıkla sahiplendi ve savundu. Şimdi dünyaya gözlerini açtığı köyün mezarlığında serin bir köşede yatıyor. Emanet yerini buldu.

Hiç yorum yok: